BU TARTIŞMA SADECE HAVLE GÖNÜLLÜLERİ İÇERİSİNDEN 10 KADININ YİNE SADECE AŞAĞI YUKARI 10 KADIN İLE GİRDİĞİ ENFORMEL DİYALOGLAR ÜZERİNE YAPILMIŞ BİR SOHBETİN VE SESLİ DÜŞÜNMENİN DÖKÜMÜNDEN İBARETTİR. SÖZ KONUSU TARTIŞMADA DEĞİNİLEN TUTUM FEMİNİST HAREKETE GENELLEMEZ VE HERHANGİ BİR FEMİNİST YAPIYA MAL EDİLEMEZ.
6 Şubat 2023 sabahı, Türkiye’nin 11 ilinde büyük yıkıma sebep olan çok ağır bir depreme uyandık. Bir yandan feminist dostlarımızın açtığı dayanışma kanalları başta olmak üzere kurulan toplumsal dayanışma ağlarına dahil olma çabası, diğer yandan Türkiye’nin yönetilme biçiminin bizi afet ve krizlere karşı ne kadar kırılgan kıldığı ile yüzleşmenin açtığı tartışmalarla hepimiz için unutması zor bir sürece girdik. Tipik bir Türkiye hikayesi olarak, depremde de dini yapılar sosyal hizmet fonksiyonu yüklenerek sahaya çıktı, dini söylemler siyasetin elinde kriz yönetme ve toplumsal muhalefetin önüne geçme enstrümanı oldu. Tam da bu süreçte pek çok feminist platformun sosyal medya hesaplarından paylaştığı bir metin, bizi takipçilerimizle birlikte bir tartışmanın daha ortasında bıraktı. Paylaşımın ilk kısmında “Depremden etkilenen çocuklar tarikat evlerine gönderilemez! İstanbul’da en az 20 çocuğun İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından ‘ayarlanan’ evlere yerleştirildiği ortaya çıktı. Bu evlere kim tarafından, hangi koşullarda yerleştirildiği ise açıklanmıyor!” ifadeleri yer alıyordu. Bunun üzerine, sadece feminist yol arkadaşlarımıza ulaşacak şekilde kapalı mail gruplarına şöyle bir mesaj ilettik:
“Selamlar,
Böylesi bir kıyametin içinde bu tartışmayı büyüterek vakit ve enerji kaybet(tir)mek istemediğimiz fakat siz feminist dostlarımız ile bir iç diyalog kurarak paylaşmamız gerektiğini düşündüğümüz bazı itirazlarımız var. Bu mesajı size Havle Kadın Derneği adına iletiyoruz.
- Çocukların güvenliği, esenliği ve hayatı söz konusu olunca gerçekliğin tarifi üzerine tartışmak önceliğini yitirdi. Yine de, tarikat, cemaat, GONGO ve İslamcı örgütlü yapılar arasındaki farklara dair bilgiyi taze tutmakta yarar var. İHH, bir tarikat değil. İHH’nın çeşitli dini gruplar ve hükümet ile olan ilişkisi feministlerin özellikle kız çocukları nezdinde dile getirdiği kaygıları anlaşılır kılsa da, söz konusu yapının bir tarikat yapısı olmadığını bilmek gerekir. Eğer depremzede kadın ve çocukların herhangi bir insani yardım kuruluşunun gönüllülerinin veya yetkililerinin aracı olduğu bir konutta geçici olarak barınmasına itiraz etmiyor isek, neye itiraz ettiğimize dair kurduğumuz anlatı doğru tariflere ve kabullere dayanmalı. Havle Kadın Derneği’nden kadınlar olarak çocuklar için tehlikeli olan şeyin doktrinizasyon, istismar, taciz ve şiddet olduğunu, bunların da verili olarak sadece dini kimlikli kişi ve kurumlarca uygulanmadığını hatırlatma ihtiyacı hissediyoruz.
- Bu tip gerçeklikle uyumsuz kullanımlar “tarikat yurdu” başta olmak üzere din temelli kurumlar ve hükümet ilişkisinin sebep olduğu pek çok sorunun karikatürize olmasını kolaylaştırıyor. Ayrıca, eğer feminist olmayan dindar kadınları tamamen gözden çıkarmadıysak, o kadınların çok daha yakından bildikleri yapılar-arası nüanslardan bihaber bir aktivizm kurmamak gerekiyor. Çoğunlukla İslamcı mahallenin içerisinden çıkıp feministleşmiş kadınlar olarak kendimizi bildik bileli kız çocuklarının hayatlarına dair ortak bir hayal kurmadığını, aynı baskı mekanizmalarını kullanmadığını, aynı oranda içe kapalı ve homojen bir iç yapıya sahip olmadığını bildiğimiz kurumların “tarikatlar” paketi içerisine sıkıştırılması eleştirilerimizin altını oyuyor. Böylesi bir toptancılık çocukların yerinin din temelli kurumlar olmadığını düşünen dindar kadınlar nezdinde dahi bir yabancılaşmaya sebep olabiliyor.
- Diyanet’in evlat edinilen depremzede çocuklarla evlenilmesine dair yaptığı açıklama ve İlçe Müftülüklerinin deprem bölgesinde kurduğu çadırlarla 4-6 yaş aralığındaki çocuklara Kuran kursu açması gibi, bugünlerde hem Müslüman hem Feminist olanlar için öfkeyle birlikte çeşitli anlatılar arasında kendi itirazını bulma ihtiyacı da artıyor. Neyse ki, feminizm bir tür “vatan haini” ilan edilme korkusu yayarak bizi sessizleştirmek yerine feministler arası bir diyaloğu her koşulda kurabilmeye itiyor.
Sevgi ve dayanışma ile,
Havle Kadın Derneği”
Mesajımıza gelen cevapları özetlemek gerekirse,
Bunun üzerine, hepimizin içinden sessizce kendi kendine konuşarak yaptığı tartışmanın adını koymak için bir araya geldik. Yürüttüğümüz sohbeti hem meseleye yaklaşımımızı en samimi haliyle yansıtmak hem de bakış açılarımız arasındaki nüansları atlamamak için Reçel Blog’da da sıklıkla kullandığımız bir yöntemle sizlere sunuyoruz.
***
Katılımcı 1: Bizim feminist hareket içerisindeki varlığımız “normal” şartlarda bir “renk” olarak görülebiliyorken, içeride gerçekten farklı bir şey söylediğimizde veya kriz anlarında eski reflekslere dönülebiliyor. Sanki bizler on yıllardır burada değilmişiz gibi en basit sorulara, en başa yeniden döndürüldüğümüz oluyor. Bir de her şeyi bizden daha iyi bildiğini düşünenleri ne yapacağız? Dinin ataerkil yorumunun, denetimsiz bırakılmış yapıların kadınlara verdiği zararı zaten buradan çıkmış olan bize öğretmeye çalışanların olması gerçekten çok sıkıcı. Birkaç arkadaş “Peki şunun hakkında ne düşünüyorsun?” gibi sorularla özelden sorguya çekince, bu biraz umutsuzluğa sürükledi beni. Bunun üzerine nasıl bir politika ve söz üretilebilir sorusuna cevabım yok açıkçası.
Katılımcı 2: Bu konuda bizi ilk dışarıdan, gönüllülerimizden biri uyarınca “Bunu neden ben de göremedim?” diye düşündüm. Bir nebze “asimile” olmuş hissettim ve sonrasında zaten kendime feminizm içerisinde de “steril” bir dünya kurmuş olduğumu fark ettim. Yani, feminist hareketin pek çok yüzü olsa da ben hep böyle sorulara maruz kalmayacağım, konforlu ve kapsayıcı bir yüzüyle bir aradalığımı sürdürmüşüm hep. Diğer yandan, böyle bir şeyi deprem gündeminde yaşamayı da beklemiyormuşum. Mesela Van depreminde Kürtlere yapılan ayrımcılık üzerinden ortak bir dil oluşturmayı başarmıştık. Demek ki buradaki katmanlılığa henüz hazır değilmişiz. Diğer yandan, burada, feminist hareket içerisinde kalarak dönüştürmek ihtiyacını daha yakıcı bir şekilde hissediyorum. Hep söylüyoruz, kapatılsın denince kapanmıyor hiçbir şey. Yasaklamalarla ya da bizim politik doğrucu çağrılarımızla birdenbire toplumsal dönüşüm sağlanmıyor. Bunun gerçekliğini de feminist arkadaşlarımıza anlatmayacaksak kime anlatacağız?
Katılımcı 3: Kapatmakla bir şey değişmiyor diyoruz ama oranın özneleri olarak gerçekten “Peki neyle değişebilir?” sorusuna kendi gözlem ve deneyimlerimizden verdiğimiz cevapları iyi anlatabildiğimizi düşünmüyorum. Örneğin, imam hatip okullarının çok fazla tercih edilmesinin tek nedeni dini kaygılar değil. Orada alkol, uyuşturucu gibi ailelerin çok fazla kaygılandığı alanlarda ekstra bir denetleme olduğu için de tercih ediliyor. Oradakiler bu denetlemeleri dini motivasyonla yapıyor olabilir, söz konusu şeyler “günah” diye yapıyor olabilir ama sonuç olarak aileler de çocuklarının alkol ve uyuşturucu ile buluşmasını istemiyorsa ve imam hatiplerde bununla ilgili denetlemeler daha fazlaysa tercih etmelerine çok şaşırmamak gerekir. O zaman eğitim kurumlarının ve sisteminin diğer sorunlarını da aynı masaya getirmedikçe politikayı sadece “imam hatipler kapatılsın” söylemi üzerinden kurduğunuzda herkesi çok çözümsüz bırakmış oluyorsunuz.
Katılımcı 4: Tarikatları zaten bir tur kapatmadılar mı? Bir tur kapatıldı, bu denendi ve başarılı olmadı. Bir de beğenmediğimiz her şeyi kapatabiliyorsak ülkeyi komple kapatalım.
Katılımcı 5: Ben bu paylaşımı yapan arkadaşlarımızın öfkelerini anlıyorum ama taleplerini sağlıklı bulmuyorum. Esas meselenin dindarların örgütlenmesi değil devlet politikası olduğunu gayet iyi biliyorlar. Bence bir kısım feministler için biz hala hareketin destekçileri konumundayız. Dinle ilişkili söylemlerimizde herhangi bir farklılaşma olduğunda bunu tamamen bizim geldiğimiz çevreler ya da hala koruduğumuz inançlarımız doğrultusunda değerlendirebiliyorlar. Ama en radikal söylemlere de başvurulsa önce bizim ve LGBTİ+’ların kapıları, bizim adreslerimiz tehdit ediliyor çünkü esas “fitne” bizim pozisyonumuz. Bizim inanç kimliğini masada tutarak yaptığımız feminist politika daha tehlikeli görülüyor muhafazakarlar için.
Katılımcı 4: Tartışmaya açılan feminizm değil, feminizmi İHH gibi siyasal iktidarın aracı olmuş bir kurum üzerinden tartışmaya açmayız. Ama bazılarının tartıştığı bizim feminizmimiz. En iyi ihtimalle sessizlikle karşılaşıyorsun ya da işte “İHH’cı” bilmemneci, yok AKP döneminde palazlanmış “tarikatçı” falan oluyorsun bir anda. Konjonktür değişse bile o devir teslimler yapılırken yine bir savaş verilecek, yıpranacağız, bir sürü şeyi açıklamak zorunda kalacağız. Diyanet tartışmaları mesela. Bu kurum kendini tüketmeden üstten bir kararla kapatılırsa tarikatlar daha çok palazlanacak insanların gidecek yeri olmayacak dediğimizde bazen anlaşılmıyor. Sahada da görmüyor muyuz? Mesela Konya diyaneti bütün Orta Anadolu için ensest, şiddet ve türlü aile içi meselelerde “Ben şimdi ne yapacağım?” diye soran insanların yeri haline gelmiş durumda. İnsanlar polise, jandarmaya falan gitmiyorlar, böyle bir şey ortaya çıktığında, aile içi tecavüz vesaire olduğunda Urfa’dan arabaya doluşup ailecek Konya’yı ziyarete gidiyorlar. Bunları görmedik mi? Vaizeleri de dinlemedik mi? Bu insanlar bir şeyh mi bulacaklar mahallede? Bir tarikat lideri mi? Bunlara nasıl bir cevabımız olacak? Yani Diyanet ve tarikatlar birbirini besleyen ve birbirinin aynısı yapılar gibi konuşuluyor da, gidip tarikatları dinlediğimizde “Diyanet bizi mahvetti, bizi komple işlevsiz bıraktı” diye yakındıklarını görüyoruz. Yaptığımız şey feminizmin itirazlarına bir katman kazandırma çabası.
Katılımcı 5: Feminizmi de diğer pek çok şeyi yaşadığımız gibi kaskatı yaşamaya çalışıyoruz sanırım.
Katılımcı 2: Ya bir yandan da “bu zamanda bu tartışmayı yapmamak” ile ilgili eleştirilerde benim de kafam karışıyor. Buna hak verebilirim. Ama sanırım bu da bizim küçük depremimiz. Bir yandan bu gündemin içerisinde biz de başka türlü yıkılıyoruz, kendi hikayelerimiz açısından da bir kriz yaşıyoruz. Bunu da yol arkadaşlarımıza bir suç isnat ederek değil “Buradayız, tüm bunları toparlamak için burada birlikteyiz!” diyerek yaptığımızı anlayacaklarını umut ediyorum.
Katılımcı 6: Biz gerçekten diğer tüm feministler kadar feminist olabiliyor muyuz yoksa genellikle “Müslüman ve muhalif” olduğumuz için mi sevimli bulunuyoruz, emin değilim.
Katılımcı 7: Bir özeleştiri yapmak istiyorum. Bizim arkadaşlarımıza ilettiğimiz metin bir “üst akıl” metni gibi görünüyor olabilir mi? Bu nedenle de seslendiğimiz kişilere uzak gelmiş olabilir.
Katılımcı 2: Ben bir özeleştiri katmanı daha ekleyebilirim sanırım. Ortak platformların içerisinde “Keşke daha fazla oralarda olsaydık” hissini de bir kenara koymak gerekiyor. “Burada olsaydınız da öyle yazılmasaydı” deseler haksız olmazlar. Burada kasıtlı olmasa da feminist dayanışmaya ilişkin sorumluluğumuzda eksiklikler olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Katılımcı 1: Halbuki feministler olarak her şeyi yerli yerine koymak konusunda, doğru kavramları kullanmak, en iyi ifadeyi ve derdimizi en iyi kapsayan kelimeyi metne yerleştirmek konusunda çok fazla dikkatliyiz. Buna çok fazla mesai harcıyoruz, metinler üzerinde ciddi bir çalışma yapılıyor. Ama nedense burada kavramsal ve politik bir kayma olduğunu açtığımızda önemsiz bir detay gibi görüldü. Bunun temelinde yatan şey problematik. Ben zamansız bir şey yaptığımızı düşünmüyorum çünkü kamuoyunu meşgul edecek bir işe girişmedik sonuçta. Tam da böyle zamanlarda “aman böyle oluversin” demezsek krizler bittikten sonra aynı yerde bulmayız kendimizi. Geri tepmenin bir sebebi de sürekli krizden krize koşmamız ve tartışmaları ertelememiz değil mi?
Katılımcı 8: Ben o süreçte neyden rahatsız olduğumu kendime de açıklamakta zorlandım, başkalarına da. Bunun bir kısmı sanırım gerçekten korkudan. Yani feminist yol arkadaşlarımız tarafından bir daha duyulamamaktan korkarım açıkçası, ben beni duyabilecekleri bir çemberde kalmayı arzuluyorum. Bir kısmı korkudan, bir kısmı da bu söylemlerde rahatsız edici olan şeyi kendime anlatmakta zorlanmamdan. Yani kendimle konuşurken de yoruldum çünkü kendi hesaplaşmalarımızla falan da üst üste binen, zor, çetrefilli bir pozisyon bu. Kafamda ayrıştırmaya çalıştım “Beni şu anda bu metni yazan feministlerden ayrıştıran şey ne ola ki?” diye, şu cevapları buldum.
Bir; dini grup ve kurumların sosyal hizmet alanına sızması ile birlikte “Sivil toplum kamuyu ikame edemez” gibi bir tartışma yürütüldü ve bu bizim aslında yüzde yüz anlaşabileceğimiz bir pozisyondu. Kamu sorumluluklarını yerine getirsin ve kimse ne Halkevlerinde ne de İHH’nın ayarladığı evde barınmak zorunda kalmasın.
İki; “Din, dini kurumlar, dini gruplar -devletle ve haklar perspektifiyle ilişkisi ne olursa olsun- topyekûn kadınların ve çocukların aleyhinedir” gibi bir pozisyon vardı. Tabii ki bu pozisyon AKP’nin kurduğu din-siyaset ilişkisine yönelik öfke ile birleşmiş durumda. Ama orada bir toptancılık var, buna itirazım var çünkü biliyorum, deneyimledim. İHH’nın evinde kalan bir kadınla İsmailağa’nın evinde kalan bir kadının sabahının da akşamının da gecesinin de aynı geçmediğini biliyorum.
Üç; bağımsızlık meselesi. Sivil toplumun bağımsızlığının türlü tartışması vardı benim gördüğüm. Sivil toplumun sağdan da soldan da büyük bir kısmının enformel örgütlenmelerle organik ilişkisi olduğunu biliyoruz. Silahlı silahsız, İslamcı, Marksist falan… Var yani, bu bir sivil toplum tartışması ise sivil toplumun bu ülkede gerçek anlamda sivil toplum olmadığına ilişkin bir tespitimiz var zaten. Bunu hem sağıyla hem soluyla tartışırsak o ilk söylediğim şey gibi, sivil toplumun kamuyu ikamesi gibi, hala çok rahat konuşabileceğimiz ve yine yüzde yüz anlaşabileceğimiz bir alan. Ama bazen bazı arkadaşlar “dine dair ne varsa kadınların aleyhinedir” dediğinde burada dinin elli tonunu konuşan kadınlar olarak konuşabileceğimiz bir zemin kalmıyor gibi görüyorum. Bizi buluşturan zemin kadınlara zarar veren esas şeyin ataerki olduğu ve ataerkinin dinden büyük olduğu değil mi?
Bu, o süreçte yürüyen tartışmaların bana düşündürdükleri. Bizim düştüğümüz şerhe yapılan eleştirilere dair hislerimi yine birkaç maddede açıklayayım.
Bir; tarikatların ne menem bir şey olduğunu bana anlatıyorsun, dinin ataerkiyle ilişkisinin kadınlar ve kız çocukları için nasıl riskler barındırdığını dinliyorum uzun uzun.. Bizim bu tartışmaları yapmadığımızı, bunları bilmediğimizi ve bu yapılara, kurumlara, öğretilere dair eleştirel bir politikamızın olmadığını varsayıp toz ve gaz bulutundan başlayarak “Erkeklerin elinde din diye bir şey var ve bu kadınlar için çok zararlı” gerçekliğini bana öğretmeye çalışanlara tahammül edemedim. Biz tam da buradan yola çıkmadık mı zaten? Çünkü büyük ihtimalle benim yolum bir çocuk olsaydım deprem alanında kurulmuş çocuk kuran kursu çadırına düşerdi. Herkes Mor Tır doldurmayacağına göre, ki bunu dileriz ama kadınlara gidecek başka yerler bırakmak zorundayız. Kadınların hayatlarında önemli olan farkları gerçekten fark olarak görmek zorundayız. Yani kadın bilmem ne sol örgütünün açtığı alana gitmeyip de İHH gönüllüsünün ayarladığı eve gidiyorsa orada doğru bir analiz yapman gerekir. Bu gerçekliği kucaklamak ve müthiş sevmek zorunda değiliz fakat görmek zorundayız.
Üç; bu toptancılık çok ciddi anlamda bize de sınır çiziyor. Yani milli görüşçü, İHH’lı, işte İsmail Ağalı veya Akabe’ci arasındaki farkları zerre analiz etme ihtiyacı hissetmediğinde bizimle iktidar yanlısı kadın kurumları arasındaki farklar da arada kayboluyor. O an ha hükümet yanlısı bir kadın kurumu ha Havle gibi bir noktaya savrulunuyor. Ya bu arada çok talihsiz bir şekilde maalesef İHH ile ilgili açıklama yapmış, sanki İHH’nın Suriye savaşındaki rolünü göre göre şerh düşmüş gibi olduk. Bu çok can sıkıcı fakat hadi bu sorumluluğu aldık. Buradan yapılan eleştiri ve itirazlara hak vermemek elde değil fakat bazı arkadaşlarımız tarafından “Din baskısı altındaki Alevi çocuklar hakkında ne düşünüyorsunuz?”, “Peki ya zorunlu din dersleri?”, “Küçük çocuklara Kur’an eğitimi verilmeli mi sence?” gibi sorularla taciz edilip feminizmin sınırlarına itilmeyi kabul etmemeliyiz. Bazıları için trans kadınlar nasıl “bir zamanların erkeği” ise, biz de “bir zamanların İslamcıları” olarak görünüyoruz sanırım. Kadınların gerçekliğine dair bir katmanın daha olduğunu hatırlatmak için farklı bir ses çıkardığında hemen feministliğin tartışılmamalı. Geldiğimiz noktada, İHH’lı kadına soracağı, hatta İHH’lı erkeğe soracağı soruyla bana sorduğu soru arasında hiçbir fark kalmayanlar oluyor. Böyle bir körlük feminizmin ruhuna saldırı bence.
Bizi şöyle bir şey diyoruz sananlar oldu sanırım, “İHH’lı kadınları dışarıda bırakıyorsunuz, o yapıları ve o kadınları da içeri alacaksınız” gibi bir eleştiri yapıyoruz sanıldı. Ama ben daha sonra oturup hep beraber konuşabilirsek kişisel olarak şunu söyleme ihtiyacı hissediyorum, feminizmin tüm kadınların sesini hesaba katıp ona göre kendini şekillendirmek gibi bir sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla biz, açıklamayı yayınlayan ve bu söylemi benimseyen feministleri İHH’lı kadınları kapsamak için değil feminizmi genişletmek için başka türlü konuşmaya çağırdık. Feminizmi genişletmek dediğimiz şey, feminizmi feminizm olmaktan çıkarıp dini kurumları ve bu kurumlara gömülü ataerkil iktidar ilişkilerini sorgulamaktan menetmek değil. Feminizmin sınırlarını çizebiliriz, feminizmi kapatabiliriz, feminizmi gerçekten yapması gereken iktidar eleştirisiyle bazı kadınlara ve erkeklere kapatabiliriz. Ama bu kapatma i) kadınların gerçekliğine, yani maddi ezme-ezilme ilişkilerine ve ii) kadınların menfaatine dayanmalı. Mesela burada bir deprem olsa, Allah korusun ben çocuğumla ortada kalmış olsam, deseler ki bir sol örgütün evi var bide İHH gönüllülerinin evi var, özür diliyorum ama İHH’lının verdiği evde oturmayı tercih ederim. Bu benim İHH’ya sempatim olmasından ve İHH’nın kirli işlerini görmediğimden değil. O kriz anında ben yeni bir aktör tanıyamam, hayatım ve alışkanlıklarım açısından yeni bir şeyi tam da kriz anında çocuklarımla birlikte deneyemem, böyle bir maceraya atılamam. Diğer yandan, İslamcılarla kavga etmeyi biliyorum, orada kendime ve gücüme daha çok güveniyorum. Yine de, “Bunları konuşma vakti miydi, bu şekilde mi yazmalıydık?” eleştirilerini önümüze koymalıyız tabi ki.
Katılımcı 9: Ne olursa olsun feminizm bize tartışmanın, itirazın ve gerçekten helalleşmenin yolunu açıyor. Dilsizleştirmiyor, susturmuyor, korkutmuyor. Feminist dayanışmaya ve birlikte mücadeleye inanıp dayanmaya devam.
Feminist dayanışmaya ve birlikte mücadeleye inancımızla,
Havle Kadın Derneği