19 Aralık 2020
Yüzyıllar boyunca var olan göç olgusu, ülkelerin ekonomi, siyasi ve toplumsal dinamiklerini, bireylerinse benlik, kimlik, algı ve tutumlarını etkilemektedir. Göç literatürüne bakıldığındaysa göç olgusunun çoğunlukla ekonomik, sosyal-politik ve tarihsel bağlam üzerinden okunduğu, bireysel ve toplumsal normlar üzerinden detaylı analiz edilmediği görülmektedir. Bireylerin göç kararını almasını etkileyen faktörler, toplumsal normlar ve göçmen ilişkileri, 1970’lerden sonra göç araştırmalarına, kısıtlı bir şekilde de olsa, dahil edilmeye başlanır. Ancak bu çalışmaların, toplumsal cinsiyet körü bir bakış açısıyla yürütüldüğü ve göçmen kadınların özgül deneyimlerinin göz ardı edildiği görülmektedir. 1980’lerden itibaren, feminist araştırmacılar sayesinde, toplumsal cinsiyet perspektifinin dahil edildiği göç çalışmalarının sayısı artmaya başlamıştır. Bu araştırmalar arasında Mirjana Morokvasic’in 1984’te yayınladığı “Birds of Passage are Also Women” makalesi göç ve toplumsal cinsiyet literatüründe öncü çalışma olarak kabul edilmiştir. Toplumsal cinsiyet perspektifiyle yürütülen göç çalışmaları, kadınların sadece ekonomik nedenlerden dolayı değil; toplumsal normların baskısından kaçmak ve kendi istekleri doğrultusunda bir hayat kurmak için de göçü tercih ettiklerini göstermiştir. Göçün kadınlaşmasıyla, kadınların göç sürecinde aktif rol aldıkları ve göçün ana aktörlerinden biri olduğu gerçeği göç çalışmalarına yansımıştır.
Bu çalışmada, çeşitli ülkelerden Türkiye’ye göç eden ve XX sektörlerinde çalışan 21 göçmen kadının, benlik ve toplumsal cinsiyet algıları incelenmiştir. Katılımcılar kartopu yöntemiyle seçilmiştir. Yunanistan’dan Türkiye’ye göç eden Katılımcı-19, Afganistan’dan göç eden Katılımcı-7 haricinde katılımcıların 14’ü Eski Sovyetler Birliği ve 5’i Ortadoğu ülkelerinden gelmektedirler. Araştırmada “göçmen kadın olma” durumu ön planda olduğu için katılımcıların sosyo-demografik özelliklerine değil, göç süresinin niteliğine ve çalışma koşuluna bakılmıştır. Bundan dolayı en az bir yıldır Türkiye’de yaşamak ve çalışmak, katılımcı seçiminde ön şart olarak aranmıştır. Saha çalışmasından elde edilen veriler, göç ve benlik literatürüne dayandırılarak feminist yöntem ve yorumlayıcı fenomenolojik yaklaşımla analiz edilmiştir. Çalışma, göçmen kadınların Türkiye’ye göç ettikten sonra, benlik ve toplumsal cinsiyet algılarının etkilenip etkilenmediğini; etkilendiyse nasıl etkilendiğini araştırmayı amaçlamaktadır. Araştırmanın altı temel sorusunun cevabına ulaşılabilmesi için göçmen kadınlarla derinlemesine görüşmeler yapılmış ve göçmen kadınların aktarımları göç teorileri, toplumsal cinsiyet perspektifi ve benlik literatürünün sunduğu çerçevede analiz edilmiştir.
Mülakatlara, göçmen kadınlara neden göç ettikleri; göç ederken hangi zorluklarla karşılaştıkları ve bu zorluklarla nasıl baş ettiklerine dair sorular sorularak başlanmıştır. Bütün katılımcılar, göç kararını almadan önce, yeni bir ülkede yabancı bir kadın olarak yaşamanın tedirginliğini yaşadıklarını söylemişlerdir. Ancak bu tedirginlik ve korkunun yanı sıra yeni bir hayat imkanı, ekonomik ve sosyal refah seviyesinin artması umudu onları göç kararını almaya itmiştir. Katılımcılar, göç kararını almalarında, öncelikle ekonomik faktörlerin, ikinci olarak ise ülkelerindeki huzursuz ve güvensiz ortamın önemli rol oynadığını belirtmişlerdir. Eski Sovyetler Birliği, Ortadoğu ülkeleri, Yunanistan ve Afganistan’dan gelen katılımcıların hepsinin göç kararı öncesinde ve sonrasında Türkiye’deki toplumsal sermayelerini kullandıkları görülmüştür. Aynı zamanda Ortadoğu, Azerbaycan ve Afganistan’dan gelen katılımcılar kendilerini Türkiye kültürüne yakın hissettiklerini belirtmişlerdir. Bu iki durum ilişkiler ağı ve göç sistemleri kuramı çerçevesinde okuduğunda, göçün hızlanması ve kadınlaşmasına neden olan bireysel ve sosyal faktörlerin, göçmen kadınlar için ne kadar önemli olduğunu tekrar göstermiştir. Göçmen kadınların hem yeni sosyal ağlar kurması hem de eski sosyal ağlarını kullanması kendilerine daha güvenli bir göç süreci yaratma isteğine dayanmaktadır.
Diğer sorulardan elde edilen bulgulara göre göçmen kadınlar Türkiye’ye ilk geldiklerinde en çok, dil öğrenmede zorlanmaktadır. Ancak zamanla güvenilir ve sürekli bir iş hayatı ve sosyal çevre bulmada daha çok zorluk yaşadıkları görülmüştür. Göçmen kadınlar dil öğrenme sürecinde diziler ve sosyal ağlarından faydalanmışlardır. Güvenilir bir iş ve çevre bulmaksa dil öğrenmeye göre daha fazla zamanlarını almıştır. Türkiye’de ucuz, güvencesiz ve esnek işgücü olarak görünen göçmen kadınlar her an işten çıkarılma riskiyle karşı karşıya kalmakta ve emeklerinin karşılığını alamamaktadırlar. Eski Sovyetler Birliği’nden gelen katılımcılar kendi kurdukları ağlar üzerinden mağazacılık ve ev içi bakım hizmetlerinde, Ortadoğu ülkelerinden gelen katılımcılarınsa nispeten daha nitelikli işlerde çalıştığı görülmüştür. Bunun sebebiyse Ortadoğu ülkelerinden gelen katılımcıların hepsinin üniversite mezunu olması, ikinci yabancı dil bilmeleri, nispeten genç ve kalifiye bireyler olmalarıdır. Katılımcılar farklı alanlarda çalışsa da toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden etkilenmektedirler. Çalıştıkları işyerinde göçmen erkeklere göre daha az maaş almaları, güvenilmez görülmeleri ve terfi edilmemeleri karşılaştıkları ortak eşitsizliklerdir. Bu eşitsizliklerle kurdukları ilişki ağları üzerinden mücadele etseler de bu mücadele toplu bir harekete dönüşememekte bireysel düzeyde kalmaktadır. Göçmen kadınların her şeye rağmen kendilerine yeni alternatifler oluşturmaları, birbirlerini desteklemeleri onlara yaşatılan sistemsel eşitsizliğe karşı bireysel bir direnç gösterdiklerini ortaya çıkarmıştır.
Göçün toplumsal olduğu kadar bireysel ve psikolojik yansımaları olan bir süreç olduğuna tez boyunca sık sık tekrar edilmiş ve altı çizilmiştir. Göçün gönüllü, zorunlu, geçici ya da kalıcı olmasından bağımsız olarak her göçmen, içinde bulunmaya alışkın olduğu toplum ve kültürden uzaklaşmış, göç ettikleri ülkede uzun bir süre kendisini psikolojik olarak yalnız, yabancı ve köksüz hissetmiştir. Araştırmaya dahil edilen katılımcıların göç öncesinde kurduğu birtakım sosyal ağlar, onların Türkiye’ye geldikleri ilk dönemde psikolojik olarak zorlanmamalarına sağlayamamıştır. Katılımcılar, ülke ve ailelerinden ayrı düşmenin yalnızlık ve tükenmeyen bir özlem taşımalarına sebep olduğunu belirtmişlerdir. Fakat, katılımcılar zamanla Türkiye’ye alıştıklarını, yalnızlık, yabancılık, özlem ve köksüzlük duygusunu çevre edindikçe daha az hissettiklerini belirtmişlerdir; ancak bu duyguların hiçbir zaman tükenmeyeceğini belirtmişlerdir. Katılımcıların Türkiye’ye ilk geldikleri zamanla şu anki zaman arasında kendilerini nispeten daha güvenli hissettikleri, iş bulma, para kazanma, aileye yardım gönderme hedeflerini gerçekleştirdikleri görülmüştür ve katılımcıların hiçbiri kısa bir süre içerisinde kendi ülkesine dönmeyi düşünmemektedir. Bu durum kendilerini psikolojik olarak daha iyi hissetmelerine, kendilerine daha çok yatırım yapma imkanın artmasına sebebiyet vermiştir.
Araştırmada katılımcıların toplumsal cinsiyet ve benlik algısının göç sürecinde nasıl etkilendiği de analiz edilmiştir. Katılımcılar toplumsal ve bireysel bir hareketliliğin etkisi altındadırlar ve toplumsal cinsiyet ve benlik algıları bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde öznel deneyimleriyle şekillenmektedir çünkü katılımcılar içinde doğduğu, büyüdüğü ve şu anda bulunduğu toplumdan ve kültürden bağımsız değildirler. Katılımcılara, kim oldukları ve kendilerini nasıl tanımladıkları sorulduğunda, katılımcıların dokuzunun bu soruları kimlikleri ve meslekleri; on ikisinin ise çalışkanlık, azimli ve neşeli olma gibi kişisel özellikler üzerinden cevaplandırdığı görülmüştür. Katılımcılar, Türkiye’ye uyum sağlamak; dil öğrenmek; iş bulmak ve çevre edinmek için geçmişe nazaran daha azimli ve çalışkan olduklarını belirtmişlerdir. Bu değişimin sebebini ise, göç ettikleri ülkede var olabilmenin yeni beceriler kazanmalarını gerektirdiğini vurgulayarak açıklamışlardır. Katılımcıların Türkiye’de hayat kurması, bireyselleşmelerinde önemli bir aşama olarak ön plana çıkmaktadır. Katılımcıların, Türkiye’de ekonomik ve sosyal açıdan sıklıkla zorlanmalarına rağmen ülkelerine dönmek istemeyişleri ve karşılarına çıkan zorluklarla baş etmeye çalışmaları, kendi kurdukları hayata yön verebilme imkanına sahip olduklarının göstergesi olmuştur. Katılımcıların kendilerini ve ihtiyaçlarını anlayarak, gerçekliklerini idrak edebilme yoluna girebilmeleri, kendilerini gerçekleştirmedeki en önemli adım olarak görülmektedir. Cinsel taciz, saldırı ya da dolandırılma gibi birçok riski göze alarak Türkiye’ye gelen katılımcılar göç sürecinde kazandıkları becerilerle birçok zorluğun üstesinden gelebileceklerine inandıklarını ifade etmişlerdir. Böylece, katılımcılar potansiyellerini fark etmeye başlamışlardır. Özellikle kamusal alana çıkma, para kazanma ve kişisel olarak gelişim göstermenin; katılımcıların benlik algılarının gelişmesinde önemli rol oynadığı görülmüştür.
Katılımcıların göç sürecinde toplumsal cinsiyet algılarının nasıl etkilendiğini anlayabilmek için onlara kendi toplumlarındaki toplumsal cinsiyet normlarının ne olduğu; bu durumun göç kararına ve çalışma şartlarına etkisine dair sorular yöneltilmiştir. Katılımcılar göçe karar verme aşamasında yabancı bir ülkede yabancı bir kadın olma durumundan dolayı kendilerini tedirgin hissetmişlerdir. Bu tedirginliğin sebebini, cinsel taciz ya da cinsel saldırıya uğrama korkusu olarak açıklamışlardır. Katılımcıların, bu korkuyu ve kaygıyı azaltmak ve nispeten güvenilir bir iş ortamında çalışmak için toplumsal sermayelerini ve iş bulma ajanslarını kullandıklarını belirtmişlerdir. Eski Sovyetler Birliği’nden gelen katılımcılar kendi ülkelerindeki toplumsal cinsiyet normlarının Türkiye’ye göre daha esnek; Ortadoğu ülkelerinden ve Afganistan’dan da gelen katılımcılarsa kendi ülkelerindeki toplumsal cinsiyet normlarının Türkiye’ye göre daha katı olduğunu belirtmişlerdir. ancak bütün katılımcıların patriyarkal düzenden etkilendiği görülmüştür.
Katılımcıların ifadelerine göre, Sosyalist ya da İslamcı bir toplulukta erkeklik ve patriyarkal kavramı birbirine benzer anlamlar taşıdığı görülmektedir. Katılımcılar kamusal alanda “vatandaş, yurttaş”, özel alanda “anne, eş” rolünü gerçekleştirmektedirler. Katılımcı-1’in “Sovyetler’de çalışmazsan sen parazitsin”, Katılımcı-7’nin “evlenmek lazım, çocuk doğurmak lazım kadınsın” cümlesi bu durumunun özetini oluşturmaktadır. Göç sürecini geçiren katılımcıların her biri, toplumsal cinsiyet algılarının daha eşitlikçi bir duruma geldiğini, kendilerini kadın göçmen olarak güçlü hissettiklerini aktarmışlardır.
Araştırmada, göçmen kadınların Türkiye’deki çalışma koşullarının belirlenmesinde toplumsal cinsiyet normlarının ön planda olduğu görülmüştür. Katılımcıların çoğunun mağazacılık, ev içi bakım hizmetinde gibi alanlarda çalışmaları cinsiyetçi iş bölümüne örnek teşkil etmektedir. Katılımcılar, cinsiyetçi iş bölümü sayesinde erkek göçmenlere nazaran daha kolay iş bulduklarını, kadınların satışta, ev ve yaşlı bakımında erkeklere nazaran daha iyi görüldüğünü aktarmışlardır. Ancak cinsiyetçi iş bölümü katılımcıların belli bir iş alanına hapsolmalarına, güvencesiz, esnek ve ucuz çalışmalarına sebebiyet vermektedir. Cinsiyetçi iş bölümü yüzünden belli alana hapsolan katılımcılar, yeteneklerini ve eğitimlerini sergileyemedikleri ortaya çıkmıştır. Bunlarla birlikte katılımcıların işten çıkarılma, daha az maaş alma, terfi etmeme, ayrımcılığa uğrama gibi risk faktörlerinden erkek göçmenlere nazaran daha fazla etkilendikleri görülmüştür.
Katılımcıların aile hiyerarşisi farklılık göstermektedir. Kimi katılımcıların aile hiyerarşisi anne, baba ve çocuklardan oluşurken diğer katılımcıların, büyükanne, büyükbaba, anne, çocuk ve kardeşlerden oluştuğu görülmektedir. Eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen katılımcılar için Türkiye’de çalışma aile hiyerarşisini direkt olarak etkilememiş ancak kazanılan paranın artması aile içi düzeni etkilemiştir. Gelirin artmasını sağlayan katılımcılar, aile içerisinde daha fazla söz hakkına sahip oldukları ve karar alma mekanizmasına dahil oldukları ortaya çıkmıştır. Ailelerine maddi yardım sağlamak, kardeşlerinin göç etmelerine yardımcı olmak, çocuklarını okutmak, kendi kazançlarını arttırmak katılımcıların aile içerisinde bağımsızlaşmalarını ve özgürleşmelerini hızlandırmıştır.
Sonuç olarak, göç hem bireysel hem de toplumsal dinamikleri değiştirmekte önemli bir faktördür. Göç hareketiyle ülkelerin politikalar üretmesi, ekonomilerinin, üretimlerinin gelişmesi; bireyler açısından göç hareketinin küreselleşmesi, hızlanması ve kadınlaşması göçün dinamik bir olgu olduğunun göstergesidir. Çalışmada elde edilen bulgular çerçevesinde, kadınların göç sürecinde aktif bireyler olduğu, göçün güçlendirici bir faktör olmasıyla birlikte, kendi hayatlarında karar alıcı konuma geldikleri sonucuna ulaşılmıştır. Yeni bir ülkede yaşamak, çalışmak, farklı bir kültüre ve çevreye uyum sağlamak katılımcıların kendilerine olan güvenini ve inancını arttırmıştır. Göçmen kadınların kendilerine dair “Yapabilir miyim?” sorusu, göç sonrasında “Artık yapabilirim.” kanaatine dönüşmüştür.
–
Bu makalenin ilk taslağı “Yerel Hareket İçerisinde Göçmen Kadın Olmak” başlığıyla, Havle Kadın Derneği’nin düzenlediği “Feminizmin Yerelleşmesi” adlı konferansta, 19 Aralık 2020 tarihinde sunulmuştur. Feminizmin Yerelleşmesi konferansımızın diğer metinlerine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.