25.03.2022
Neden ve nasıl Kuran’daki başka ayetler değil de 4:34 ayeti, evliliğin hukuki inşasının temeli haline geldi? Niçin kavvamlık ve velayet (velilik) kavramları hala günümüz fıkıhçılarının ve evlilikte eşitliğin aleyhinde olan, bunu İslama aykırı bulan Müslümanların tahayyülünde cinsiyet ilişkilenmelerinin temelinde yer alıyor? Biz Müslüman kadınlar bu kavramları nasıl yeniden inşa edebiliriz?
Zainah Anwar
Ziba Mir-Hosseini
Çağdaş Müslüman aile yasaları ve uygulamaları kadına adaletsiz yaklaşımları sebebiyle topa tutuluyor. Müslüman yasalardaki eşitsiz toplumsal cinsiyet haklarının merkezinde ise kavvamlık ve velayet adı verilen, çoğunlukla ataerkil aile modelini gerekçelendiren ve kurumsallaştıran, erkeğin kadın üzerinde otoriteye sahip olması olarak anlaşılan kavramlar yatıyor. Kavvamlık kavramının türetildiği Kur’an-ı Kerim ayetleri ise şöyle (Kecia Ali’nin mealinde olduğu şekliyle):
“Allah’ın neyi bazılarını diğerlerine tercih ettiğine ve onların zenginliklerinden harcamalarına göre erkekler kadınlar hususunda kavvamdırlar (koruyucudurlar).
Erdemli kadınlar qanitat’tırlar (itaatkardırlar), Allah’ın koruduğu görünmezi korurlar. Nüşûzundan (itaatsizliğinden) korktuğunuz (kadınlara) öğüt verin, yatakta yalnız bırakın ve vurun. Eğer itaat ederlerse onlara karşı strateji gütmeyin. Doğrusu, Allah yücedir, büyüktür.”
Ali’nin herhangi bir mealin aynı zamanda bir yorumlama olduğuna değinerek kasıtlı olarak tercüme etmediği bu üç kelimeye çevirileri biz ekledik.
Müslüman hukuk geleneğindeki aile hukukunun tüm yapısının klasik fıkıhçıların bu ayeti nasıl anladığına ve yasal hükümlere dönüştürdüğüne bağlı olduğunu söylemek abartı olmaz. Evlilik ilişkilerini ve toplumsal cinsiyet adaleti ve eşitliği kavramlarını tanımlamak için yukarıda altı çizilen bu üç terimi, ayetin ilk kısmına ve erkeklerin kadınların kavvamı, onları koruyup kollayan ve geçimlerini sağlayanlar olduğu düşüncesine odaklanarak kullandılar.
Ancak bu, kavvam kelimesinin Kur’an-ı Kerimde geçtiği tek yerdir. Bu kelimeye dayanan soyut kavvamlık (koruma, sağlama) kavramı ise hiç kullanılmamıştır. Evlilik ve eşler arasındaki ilişkiler noktasındaki başka iki terim ise yirmiden fazla kez karşımıza çıkar: ma’ruf (iyi yol, iyilik) ve rahmet ve meveddet (şefkat ve sevgi). Neden fıkıhçılar bu iki terimi yasal hükümlere dönüştürmemeyi seçti? Bununla yakından alakalı velayet (velilik) terimi Kur’an’da dostluk ve karşılıklı destek anlamında karşımıza çıkar ve asla -kavvamlıkla beraber- evliliğe dair fıkhi hükümlerde kutsallaştırıldığı şekliyle, erkeklerin kadınlar üzerindeki otoritesini destekleyecek şekilde çıkmaz.
Neden ve nasıl Kuran’daki başka ayetler değil de 4:34 ayeti, evliliğin hukuki inşasının temeli haline geldi? Niçin kavvamlık ve velayet hala günümüz fıkıhçı ve evlilikte eşitliğin aleyhinde olan, bunu İslama aykırı bulan Müslümanların tahayyülünde cinsiyet ilişkilenmelerinin temelinde yer alıyor? Biz Müslüman kadınlar bu kavramları kendi adalet nosyonlarımızı yansıtacak şekilde nasıl yeniden düşünebilir ve inşa edebiliriz? Şeriat temelli yasalar toplumsal cinsiyet eşitliğini barındırabilir mi?
Musawah’ın Misyonu
Müslüman aile yasalarının eşitlikçi hale getirilmesi için devam eden mücadelenin merkezindeki bu sorular, Müslüman aile adaleti ve eşitliği için çalışan küresel bir hareket olan Musawah’ın üstlendiği yeni bir projenin odağında. Musawah (Arapça eşitlik) 2007’de öncü Malezyalı kadın grubu Sisters in Islam (İslam’da Kızkardeşler) tarafından başlatıldı ve Şubat 2009’da Kuala Lumpur’da faaliyete geçmişti.
2010’da başlayan bu projenin üç bileşeni bulunuyor: klasik fıkıhçıların kavvamlık ve velayet yorumlarıyla eleştirel biçimde yakından ilgilenen yeni feminist bilginin üretimi, 11 ülkeden seçilen kadın ve erkeklerin hikayelerini kavvamlık ve velayet kavramlarının içinde bulundukları gerçeklikte nasıl tecrübe edildiğine, anlaşıldığına ve çekiştiğine odaklanarak belgeleyen Küresel Hayat Hikayeleri Projesinin yapılması, nitel ve nicel bilginin günümüz Müslüman kadınlarının sosyo-ekonomik gerçeklikleri ve yasa arasındaki kopukluğu göstermek için kullanılması.
İslam hukuk geleneğine eleştirel yaklaşarak fıkıhçılar tarafından aile yasasında beyan edilen ve kavvamlık ve velayet kavramlarıyla kurulan erkek otoritesinin yapısını anlamayı umuyoruz. Kadın üzerindeki erkek otoritesinin onaylayan kavvamlık ve velayet kavramlarının Kur’ani değil fıkhi kurgular olduğunu ve bu kurgulara dayanan kanunların artık İslam’ın adaletini yansıtmadığını öne sürüyoruz. Amacımız hem daha uygulanabilir hem de günümüz gerçekliğiyle uyumlu başka tefsirleri öne çıkarmaktır.
İlk bağlam, değer sistemleri ve bilgi üretimi yöntemleri arasında gerçekleşen en son karşılaşmaların yarattığı bağlamdır. İlk yöntem toplumsal cinsiyet ve haklar mefhumlarının modern öncesi hallerine dayanır, ki bu mefhumlar bu halleriyle klasik fıkıh hükümlerindeki anlayışlara göre bireyler arasında inanç, statü ve toplumsal cinsiyet temelinde ayrımcılıklara çanak tutar. İkinci yöntem, CEDAW (Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) gibi uluslararası insan hakları belgelerindeki anlayışa dayanan evrensel insan hakları, eşitlik ve kişisel özgürlük ideallerine göre şekillendirilmiştir. İkinci bağlam 20. yüzyılın dini, hukuki ve toplumsal cinsiyet alanındaki politikaların hem küresel hem de yerel değişimlerinin, aynı zamanda Müslüman bağlamlardaki hukuk geleneği, devlet ve sosyal pratiklerin arasındaki değişime uğrayan ilişkinin yarattığı bağlamdır.
Musawah’ın yaklaşımı eleştirel feminist bir perspektife sahiptir, en önemlisi de, İslam hukuk geleneği içerisinde de işleyen bir yaklaşımdır. İslam hukuk geleneğinin iki temel özelliği hatırlatarak işler. Bu özelliklerin birincisi Şeriat, yani vahiyle gelen; ve fıkıh arasındadır. Bu özellik çeşitli fıkıh ekollerinin dallanıp budaklanmasının asıl nedenidir. Müslüman inancında “yol” anlamına gelen Şeriat, Allah’ın Hz. Muhammed’e (sav) bildirdiği buyruğudur. Kelime anlamı “anlayış” olan “fıkıh” ise insanların İslam’ın kutsal kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten (Hadislerden çıkarılan Peygamber uygulamaları, Gelenekler) hüküm çıkarma çabasıdır. Bir başka deyişle Şeriat kutsal, ebedi ve evrensel iken, fıkıh beşeri ve diğer hukuk sistemleri gibi dünyevi, zamana bağlı ve yereldir.
Yine İslam hukuk geleneğine dayanan ikinci özellik ise yasal hükümlerin (ahkam) iki ana kategorisi arasındaki farkta ortaya çıkar: ibadet (ritüeller/manevi fiiller) ve mu’amelat (sosyal/sözleşmeye dayanan fiiller). İlk kategorideki, yani ibadetle alakalı hükümler, Allah ve inanan arasındaki ilişkiyi tanzim eder. Fıkıhçıların öne sürdüğüne göre bu kategori kulluk ve manevi alemle alakalı olduğundan rasyonalizasyon, açıklama ve değişim için çok kısıtlı bir alan vardır. Mu’amelat kategorisinde ise durum farklıdır, çünkü bu sosyal ilişkileri tanzim eden taraftır ve rasyonel değerlendirmelere ve toplumsal etkilenmelere açıktır. Kadınları ve toplumsal cinsiyet eşitliğini ilgilendiren hükümlerin büyük çoğunluğu da bu kategori altındadır.
Musawah, klasik fıkıhçıların Kuran’daki 4:34 ayetini anlama şekillerine dayanarak erkeklerin kadınlara üstünlüğü ve otoritesinin geçerliliği ve dokunulmazlığını Allah vergisi, Kavvamlığın bir ön kabul olarak değerlendirdiğini öne sürer. “İkili cinsiyeti ve toplumsal cinsiyet hiyerarşisini ataerkinin DNAsı” olarak tanımlayan Carol Gilligan’a ek yapacak olursak, kavvamlık ön kabulünün Müslüman hukuk geleneğindeki ataerkinin DNAsı olduğunu söylüyoruz.
Müslüman hukukunun toplumsal cinsiyet haklarıyla ilgili tüm alanlarında bu ön kabulün işleyişini görüyoruz, ancak en belirgin etkisini fıkıhçıların evliliğin düzenlenmesi için tasarladıkları yasalarda görüyoruz. Fıkıhçılar evliliği satış sözleşmesi misali bir sözleşme olarak tanımlıyorlar. Sözleşme, bir erkek ve kadın arasındaki cinsel ilişkileri yasal hale getirir ve iki taraf için de bazıları yasal güçle bazıları ise ahlaki yaptırımlarla desteklenen bir dizi varsayılan hak ve hükümlülük belirler. Yasal güçle desteklenenler cinsel erişim ve tazminat ile alakalıdır ve iki yasal kavramla tanımlanmıştır: “tamkin” ve “nafaka”. İtaat veya boyun eğme anlamına gelen “tamkin”, özellikle de cinsel erişim, kocanın hakkı ve dolayısıyla kadının görevidir. Bakım, barınma, yiyecek ve giyecek temini anlamına gelen “nafaka” ise kadının hakkı ve kocasının görevidir. Kadın nüşuz (itaatsizlik) durumundaysa bakım hakkını kaybeder. Kocanın sözleşmeyi “talak” (boşanma) ile tek taraflı ve yargısız olarak sonlandırma hakkı vardır, karısı ise kocasının rızası veya geçerli bir sebep ürettiyse hakimin izni olmadan sözleşmeyi feshedemez. Erkeklerin evliliği sonlandırma yetkisini sınırlayabilecek birçok ahlaki öğüt ya da karar vardır, örneğin, Peygamberin talak hususunda “en sevimsiz helal olduğu” ve bir erkek bunu duyurduğunda “arşın titrediği” şeklinde sözleri bulunur. Yine de klasik fıkıhçılar, erkeklerin talak hakkını kısıtlamak için hiçbir girişimde bulunmamıştır. Erkeğin boşanmak için ne bir sebebe ne de karısının rızasına ihtiyacı vardır.
Tabii ki klasik hukuk ekollerinin bu üç ilişkili kavramı –nafaka, tamkin ve nüşuz- nelerin teşkil ettiği ve tanımladığı hususunda kendi içlerinde farklılıkları vardır fakat hepsi aynı evlilik anlayışını paylaşır ve büyük çoğunluğu kadının bakım hakkını kocasına itaatine bağlar. Bu kararların gerçek evlilik uygulamalarına karşılık gelip gelmediği ve toplumsal cinsiyet ilişkileri başka bir araştırma alanıdır, yakın zamanda İslami ilimlerin kapısını aralamaya başladığı başka bir alan.
Kavvamlık ön kabulü, erkeğin çok eşlilik hakkı gibi diğer yasal eşitsizlikleri meşru bir zemine oturtmuştur. Ayrıca bu sisteme göre, erkekler eşlerinin geçimini sağladığından adaletin sağlanması için erkeklerin mirasta daha fazla hisse hakkına sahip olmaları gerekir. Benzer şekilde, kadınlar erkek otoritesi altında olduklarından ailede çocukların koruyucusu veya toplumda hakimler yada siyasi liderler gibi otorite kullanımını gerektiren pozisyonlarda bulunamaz. Haklar arasındaki bu eşitsizlikler, daha da rasyonelleştirilmiş ve cinsiyetler arasında fıtri ve doğal olduğu varsayılan farklılıklara dayandırılan başka argümanlarla meşrulaştırılmıştır: kadınlar fıtraten liderlerlere yakışmayan özellikler olan zayıf ve duygusal kabul edilmiştir, çocuk taşımak için yaratılmışlardır ve bu işlevlerinden dolayı da ev sınırları içinde durmalıdırlar. Bu da erkeklerin onları koruyup kollaması ve geçimlerini sağlaması gerektiği anlamına gelir.
Yeni Sorular
Musawah’ın amacı, bu ve diğer projelerle kadınların kaygılarını ve seslerini Müslüman bağlamlardaki dini bilgi ve yasal reform üretimlerine dahil etmektir. Bu misyonu bilgi üretimini aktivizmle buluşturarak ve Müslüman aile yasası tartışmalarındaki ve Müslüman hukuk geleneğindeki iki boşluğu kapatarak gerçekleştiriyoruz. öncelikle, Müslüman alimlerinin büyük çoğunluğu toplumsal cinsiyet körlüğü yaşıyor (hatta buna toplumsal cinsiyet ön yargılarına sahip ve mizojen demek daha doğru olur); feminist teorilerden bihaberler (bazıları hakikaten bazıları ise bilinçli olarak böyle) ve felsefi bir kategori olarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin öneminin farkında değiller. İkinci olarak, Müslüman bağlamlardaki pek çok kadın hakları aktivisti ve kampanya yürütücüsü ana akım feminizmle benzer şekilde, eskiden beri dini bir çerçevede çalışma yürütmenin faydadan çok zarara yol açacağını düşünüyor, yalnızca insan hakları çerçevesinde çalışmak ve dinle alakalı tüm argümanlardan kaçınmak istiyorlar. Fakat feminizmin epistemolojik mirasının nasıl kullanılabileceğini görmezden gelme eğilimindeler. Biz dini bilgi birikimi de dahil olmak üzere tüm bilgi dallarında kadınlar hakkında bildiklerimizi nasıl bildiğimizi inceliyoruz. Bu, sadece meşruiyetlerini dinden alan yasalara ve uygulamalara ışık tutmuyor, aynı zamanda Müslüman hukuk geleneğinde kurumsallaşmış ataerkilliğe içerden meydan okumayı sağlıyor.
Feminist teori ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının içgörülerini İslami çalışmalara uygulamak yeni sorular sormamızı sağlıyor. Örneğin, makasıd yaklaşımı – yani yasal kararların ötesine geçmek ve Şeriatın amaçlarına ve ruhuna odaklanmak – birçok reformist Müslüman düşünürün tahayyülünde yer edindi. Toplumsal cinsiyet eşitliği arayanlara neler sunmalı? Kavvamlık kavramı korunması gereken olumlu unsurlara sahip mi? Koruma ne anlama gelir, hiyerarşi nereden gelir, kontrolün yeri neresidir, bakım nasıl olabilir? Klasik fıkıhçılar tarafından bakım ve itaat arasında onaylanan bağlantı yeniden tanımlanmalı mı yoksa yıkılmalı mı? Şeriat temelli yasalar ne tür aileleri korumayı amaçlar? Eşitlik ve adalet kavramları kadınlar ve aile için ne anlamlara geliyor?
Bu soruların cevaplarını aramak bizi Müslüman hukuki geleneğinin dışındaki dünyalara insan hakları hukuku, feminist hukuk teorisi, diğer hukuki geleneklerde aile hukuku reformu deneyimlerine ve birçok kadının ailelerinin sağlayıcısı ve koruyucusu olduğu günümüz gerçeklerine götürüyor. Bu yolculuk ataerkillik ve cinsellik arasındaki yakın bağları ortaya koymamıza ve ataerkiyi İslamın kutsal metinlerinden ayırmamıza yardımcı oluyor. “Sekülere” karşı “dini” feminizm veya “İslam’a” karşı “İnsan hakları” gibi ideolojik ikililikler hem yanıltıcı hem de gelişigüzeldir, yine de Müslüman kadınların eşitlik ve onur mücadelesinin rehinesi olmaya devam ettiği, despotik ve demokratik güçler arasındaki gerçek savaş alanını maskelemek için sık sık öne çıkarılırlar.
–
Zainah Anwar’ın ve Ziba Mir-Hosseini’nin yazarlığını yaptığı bu metin Edibenur Üner ve Arzu Beste Diler tarafından Türkçeleştirilmiştir.
Metnin orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.