21.10.2022
“Ne zaman buna karşı birbirilerine eklemlenerek büyüyen bir kadın mücadelesi örülür ve erkek siyasetin temeli sarsılır, işte o zaman bu tartışmalardan kurtuluruz”
Son dönem başörtüsü tartışmalarını nasıl özetlersin? Sence ne oluyor?
Aslında yeni bir şey yok. Kadınların kamusal alanda nasıl görüneceği 100 yıldır Türkiye’de tartışma ve politika konusu olmuştur. Hiç durmadan tartışıyoruz. Kadın örtünmesinin, örtünmek derken aslında giyiminin sınırı, dini ve ahlaki normların yanı sıra siyasi aidiyetlerimizl ile ilişkilendiriliyor. Bu konuda ideal sınırlar, başı açık olmakla birlikte genel ahlaka aykırı olmayacak kadar da kapalı olmak olarak çizilmiş. Bunun dışına çıkan her türlü görünürlük, kamusal tartışmanın konusu olabiliyor.
Başörtüsü hem dini hem siyasi hem de ahlaki bir eksende Cumhuriyet tarihi boyunca tartışıldı. Bunun yanı sıra, yıllar boyunca milyonlarca kadının hayatını geri dönülemez bir şekilde etkileyen resmi yasak söz konusuydu. Yasak bağlamında başörtüsü/nü bir hak ve özgürlük meselesi olarak savunuldu, savunduk. 2013’te yasak, hükümet tarafından bir yönetmelikle kamusal alandan kaldırıldı. O gün bugündür siyasi kutuplaşmanın ana hatlarından biri olarak canlı tutuldu, başörtülü kadınlara “asla kendinizi güvende hissetmeyin” mesajı verildi. Bugün CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, başörtüsü yasağının bir daha yaşanmayacağına dair söz verip yasal düzenleme önerisi yaparak konuyu bir aidiyet meselesi olmaktan çıkarırken, “Türkiye’de siyasi konjonktür değişirse yasak yeniden gelir” şeklindeki genel endişeye dair konuşmaya çalıştı. Bu açıklamaya tepki olarak başlayan kamusal tartışma, aslında konunun hiçbir zaman kapanmadığını ve kolay kolay kapanmayacağını da göstermiş oldu.
Bu tartışmada özellikle “muhalefetin” ayrışan bir tutum sergilediğini görmek mümkün. Bu ayrışmayı neye bağlıyorsun? Nasıl değerlendiriyorsun?
Ben CHP ve TİP’i takip ettim. CHP tabanında henüz Kılıçdaroğlu’nun meseleye yaklaşımının tam olarak benimsenmediğini düşünüyorum. TİP temsilcileri ise CHP’nin başörtüsü yasağı ihtimalini ortadan kaldıran yasal düzenleme önerisini, laikliğin tehdit altında olduğunu, cemaatlerin tarikatların siyasal ve sosyal etkilerinin çok büyük olduğunu hatırlatarak yersiz bulduklarını söylediler. Böylece siyasetin aktörlerinin başörtüsünü asla siyasi ve dini aidiyet konuşmadan konuşamadıklarını görmüş olduk, bu da beni biraz umutsuzluğa sürüklüyor açıkçası. Halbuki muhalefetten beklentim, AKP’nin aile ve genel ahlak gibi başlıkların yanına koymak istediği başörtüsünü, bir hak ve özgürlük meselesi olarak gördüklerini söylemekte ısrar etmeleridir.
Son dönemdeki tartışmanın geçmiş dönem tartışmalardan farkı var mı? Varsa ne?
Benim gördüğüm en dikkat çekici değişim, bir önceki soruda da vurguladığım gibi AKP’nin Kılıçdaroğlu’na cevaben genel ahlakı ve aileyi korumayı hedefleyen bir anayasa değişikliği önermesiydi. Başörtüsünü bir hak ve özgürlük meselesi olmaktan çıkarıp aileyi koruma konusunun yanına koymak çok önemli bir siyasi söylem değişikliğidir. Halbuki hak savunucuları olarak bizler başörtüsünü tüm ezilenlerin ve hakkı yenmiş olanların haklarıyla birlikte düşündük, savunuculuğunu böyle yaptık. Türkiye’de bütüncül bir hak mücadelesinin ayrılmaz parçaları olarak kadınların kendi hayat tarzlarını belirleme; yargılanmadan, dışlanmadan, ötekileştirilmeden yaşama hakkını savunuyoruz. Havle Kadın Derneği de bunu yapıyor. Kamusal alanda başını örtme özgürlüğünün aileyi koruma ve genel ahlak başlıklarının yanına konmasını başörtüsü yasaklarının yeniden gelmesi kadar büyük bir tehdit olarak görüyorum.
Uluslararası direnişler ve İran’da yaşananlar sence nasıl bir katman? Bu katmanın Türkiye’deki tartışmaların içinde nasıl bir yeri var?
Bana başörtüsü dendiği anda 30 seneden fazladır hala otomatik olarak İran denmesi çok garip geliyor. Tabii ki eş zamanlılık söz konusu. İranlı kadınların kamusal alanda saçlarını gösterebilmek için İran devletine karşı canlarını ortaya koyarak verdiği mücadeleyi gurur, acı ve öfke ile izliyoruz. Ancak diğer yandan başörtüsü her zaman “Türkiye İran mı olacak?” diye tartışıldı. Bir kere olsun böyle bir makro resme yerleştirilmeden, kadınların yaşadığı mağduriyeti, şimdiye dek bu konudaki sorumluluğunu hiç üstlenmemiş bir partinin görmesi, hatırlatması ve “Bir daha asla!” demesini önemli buluyorum. Üstelik bu durum, şimdiye dek İran’ın -diyelim ki- en güçlü ikinci partisinin kadınların kamusal alanda saçlarını gösterme özgürlüğünü tanıyan bir yasa önerisi getirmesi kadar uzak bir ihtimal gibi gözüküyordu.
Feminist hareketin bu konu etrafında nasıl bir dil oluşturması gerekir? Hangi argümanlar etrafında nasıl bir yönteme ihtiyacımız var?
Feminist hareket son 20 yıldır çeşitli biçimlerde başörtüsü meselesini sahiplendi. İmza kampanyaları, çeşitli kadın gruplarının katıldığı ortak eylemler düzenlendi. Ancak giderek otoriterleşen ve sivil toplum alanının kapandığı Türkiye’de, bu karşılaşmaların yine azaldığını hissediyorum. Bir yandan bütün toplumsal sınıflardan, siyasi ve dini aidiyetlerden kadınlar; ezilmeye ve şiddete isyan ederken, bu çeşitliliği kavrayan ve bunlara alan açan bir feminizmi yeterince gündeme alamıyoruz. Halbuki kadınlar olarak devlete, patriyarkaya, bedenimiz üzerinde kontrol iddia eden herkese hem parçalı hem de ortak bir mücadele yürütmenin yollarını aramalıyız. Erkek siyasete baş kaldıran kadınların, bu siyasetin kutuplaştırıcılığını yeterince konu etmediğini gördüğümü de eklemeliyim. Otoriterleşmenin getirdiği aciliyet duygusu hepimizi kendi köşelerimize sıkıştırıyor. Bu nedenle de örneğin başörtüsü çok yanlış bir içimde “muhafazakâr kadın sorunu” olarak görülmekten çıkamıyor.
Sence tahminen ne zaman kurtuluruz bu tartışmalardan? Ne olursa kurtuluruz?
Erkek siyasetin bu kadar verimli bir alandan vazgeçme ihtimali olduğunu düşünmüyorum. Maalesef kadın bedenini nesneleştirmek, dünyanın her yerinde siyasi ve ekonomik güç biriktirmek için çok kullanışlı bir yöntem. Ne zaman buna karşı birbirilerine eklemlenerek büyüyen bir kadın mücadelesi örülür ve erkek siyasetin temeli sarsılır, işte o zaman bu tartışmalardan kurtuluruz.