20 Aralık 2020
Taşlar, Tökezlemeler ve Vazgeçmeme
“Ne olacağını da ne zaman ve nasıl olacağını da bilmiyoruz ve o belirsizlik umudumuzun mekanını oluşturuyor.”
Rebecca Solnit (2018:22)
Yırca Köyü’nde iki mücadele hikayesi var. Birincisi çevre direnişinde kömürlü termik santrale karşı verilen mücadele, ikincisi ise köylü kadınların varlık mücadelesi. Bu iki mücadele sırasında kadınların ayaklarına takılan taşlara, yoldaki tökezlemelerine ve vazgeçmeden yola devam etmelerine yer vereceğim. Umutlu bir yolculukta kurulan ve yaşatılmaya çalışılan umut mekânın kadınların yaşamındaki yerine değineceğim.
Manisa Soma’ya bağlı Yırca Köyü, 2014 yılında kömürlü termik santral yapılması amacıyla kesilen 6600 zeytin ağacı ile gündeme gelir. Santral istemeyen köylü “Zeytinime Dokunma” diyerek elli gün boyunca dirense de zeytin ağaçlarının kesilmesine engel olamaz, ancak termik santralin yapımını engellemeyi başarır. Direniş sırasında kadınlar hem varlıklıları hem de direniş biçimleri ile mücadelenin ağırlık merkezini oluştururlar. Geçimin tarımla sağlaması, kadın emeği, tarımın kadınlaşması ve zeytin ile kurulan duygusal bağ kadınların direniş pratiklerine, sözlerine yansır:
“Biz kendi toprağımıza giremiyoruz”
“Siz yemeğinize ne koyuyorsunuz da bunu kestiniz, nasıl kesiyorsunuz?”
“Bu zeytini nasıl yiyeceksiniz?”
“Bizim ata toprağımızdan başka bir şeyimiz yok, biz ne yaparız topraksız?”
Yırcalı kadınlar termik santrale direnerek hayatlarına sahip çıkmaya çalışırlar. Mevcut termik santralden kaynaklı KOAH, astım ve kanser gibi hastalıklar köyde artmıştır. Başka bir santralin daha yapılmasının doğrudan ölüm anlamına geldiğinden kadınlar yaşamı savunur. Kendisi de astım hastası olan Yırcalı bir kadın köydeki durumu şu sözlerle anlatıyor:
Bak herkes astım, KOAH hastası. Bende de var. Zaten olmayanımız mı var! Buraya gelenler diyorlar bize ‘Burada durulmaz, kanser olurusunuz, gidin buradan’ diye, nereye gidelim biz, gidecek yerimiz mi var? Hem niye gidelim evimiz, toprağımız burada bizim!
Köylerini bırakmayan kadınlar kesilen zeytin ağaçlarının yerine yenilerini dikerler. Onların yetişmesi elbet zaman alacaktır. Umut fideleri yetişirken, kadınlar köyde kendilerine ait bir alan yaratırlar ve Yırca Hanımeli El ve Ev Ürünleri adıyla bir atölye kurulur. Kadınlar zeytinyağlı sabun üretimine başlarlar.
Umut Mekânı Olarak Sabun Evi
34 kadın bir araya gelerek köydeki eski bir taş evi atölyeye dönüştürüp sabun evini kurarlar. Bu mekânın kadın emeği ile kurulmuş olması, dayanışma ile temellenmesi ve kolektif üretimin ilke olarak benimsenmesi başlıca özellikleridir. Sabun üretip satışlarını yapan kadınlar elde ettikleri gelir ile sabun evini inşa ederler. Bu nedenle de kadın emeği ile kuruldu diyebiliriz. Kuruluş süreci tamamlanana kadar kadınların sabun üretiminden bireysel olarak maddi kazanç sağlayamadıklarını söyleyebiliriz. Bu süreçte kadınların kocalardan ya da aile reislerinden herhangi bir maddi destek almamaları önemli bir etken. Bu durum köydeki erkeklerin mekâna mesafelenmelerini sağlamakta. Dolayısıyla kadınların emeğinde ya da kazançlarında erkekler kendilerine pay biçemiyor, emeğe el koyamıyorlar.
Sabun evinin kuruluş süreci, maddi sorunlar başta olmak üzere çeşitli nedenlerle zamana yayılır. Ulaşım problemi, sabun satışından sağlanan gelirin azlığı nedeniyle atölye dönüşüm maliyetlerinin karşılanamaması ve köydeki erkeklerin bir kısmının kadınları vazgeçirmeye çalışmaları gibi nedenlerden kaynaklı sabun evi iki yılı aşkın bir sürede inşa edilir. Bu zaman zarfında kadınlar için sabun evi anlam kazanmaya başlar. Çünkü kadınlar, atölyenin sıvasının yapılmasından, kısmi yıkım işlerine, badana boya işinde temizliğin yapılmasına kadar ağır hafif fark etmeksizin tüm işleri sırtlanırlar. Bu hummalı uğraş sabun evinin kadınlar için anlamının sadece çalışma olmaktan çoktan çıkarır. Tüm bu iş yüküne ek olarak süreçte kadınlar köydeki erkeklerle de baş etmek zorunda kalırlar. Erkekler sabun evinde çalışan kadınlara “Siz bu işi yapamazsınız, başaramayacaksınız, boşuna uğraşıyorsunuz. Gelin bu işi bırakın. Bu eski ev adam olmaz. Burada durulmaz.” gibi ifadelerle kadınları yollarından vazgeçirmeye çalışırlar. Köydeki erkeklerin kadınları vazgeçirmeye çalışmalarına karşın, kadınlar aralarındaki dayanışma ile vazgeçmeden yollarına devam ederler. Erkeklerin manipülasyonlarına karşı kadın dayanışması ile karşı durur ve “Ne yapacağız ne edeceğiz bu ilmeği çözeceğiz” diyerek bildikleri yolda ilerlerler. Bu anlamda sabun evi kadınların uğrunda mücadele verdikleri umut mekânına dönüşür. Kadınlar için sabun evi “Evden ve dertlerinden uzaklaştıkları, bir araya geldikleri ve çok güldükleri” mekândır. Atölye kadınlar için işyeri, çalışma alanı olmasının çok ötesinde bir anlam taşımaktadır. Üretimin olmadığı günlerde de kadınlar sabun evine birbirlerini görmek için gelirler. Dolayısıyla mekânın iyileştiren bir yönü de vardır.
Kadınlar sabun evi ile birlikte gerek köyde gerekse de köy dışında daha fazla görünür oldular. Kolektif olarak kamusal alanda yer edindiler. Köyün sorunlarına müdahil olup çözümler ürettiler. Köyde sabun evi hala çalışmaya devam ediyor, sabun evinde çalışmayan kadınlarla da bir araya gelmek amacıyla bir de kadınlar kahvesi kuruldu. Tüm bunların yanı sıra bugün köy derneğinin yönetim kurulu sabuncu kadınlardan oluşuyor.
İki Mücadele: Öfke ve Neşe
Kısaca anlatılmaya çalışılan Yırcalı kadınların uzun ve meşakkatli yolculukları. 2014 yılından bugüne kadar devam eden kadın emeği ile yoğrulu mücadele pratikleri. Yırcalı kadınların deneyimlediklerini iki mücadele pratiği olarak ayırabiliriz. Bunlardan birincisi termik santrale karşı zeytin ağaçlarına sahip çıkan çevre direnişi, ikincisi ise sabun evinin kurulması ve devam etmesi yolunda verilen ataerkiyle karşı verilen uzun soluklu mücadele. Her iki mücadelede de kadınlar emeklerine sahip çıkmaya, var olmaya çalışır. Birinci mücadele ikincisini zeminler. Bu nedenle iki mücadele için birbirine el uzatan pratikler diyebiliriz. Öte yandan kadınları yan yana getiren bu iki mücadelenin iki farklı duygusu olduğu da görülüyor. Çevre direnişinde birleştirici duygu öfkeyken, sabun evi sürecininki neşe. İki duyguda da karşı durma ve baş etmenin mayasını kadın dayanışması oluşturur. Sevgi Soysal (2016: 160) duygulara ilişkin şöyle der: “Bir duyguyu daraltmaktır çirkinlik. Bir duygu yayıldıkça güzeldir oysa. Güzel şeyler dar yerlere sığmaz. İnsanların mutluluğu gibi. Nice çoğaltırsan özünü onca iyi.”
Yerellerdeki kadın grupları, deneyimleri birbirine dokunan, iyileştiren, dönüştüren devingen pratikler. Rebecca Solnit’ten ödünçle bu pratikler tıpkı Karanlıktaki Umut gibi. Bu öyle uçarı bir umut değil. Kadın dayanışmasının dönüştürücü gücüne inanan bir umut. Etkisi devam eden, dünden bugüne büyüyen, genişleyerek yayılan, alan açan bir umut. Tıpkı 1987 yılında Yoğurtçu Parkı’nda feministler tarafından düzenlenen Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü’ndeki kalabalığı düşünüp, bugün meydanları hınca hınç dolduran 8 Martlara, kalabalığa baktığımızdaki gibi. Karanlık içinde parlayan bir umut kıvılcımı dün birkaç kişi olup zamanla büyük bir harekete evrilebiliyor. Düşününce, nice çoğaltmışız özümüzü. En başta söylediğim belirsizliğin mekanını oluşturan karanlıktaki umuda inanıyoruz. Ve biliyoruz ki karanlıktaki umudun parçası olan Yırcalı kadınlar ve tüm kadın hareketi için “Kazanım, mücadele ile sağlandı (Solnit, 2018: 20).”
–
Bu makalenin ilk taslağı “Çevre Direnişinden Umut Mekânına: Yırcalı Kadınların Mücadelesi” başlığıyla, Havle Kadın Derneği’nin düzenlediği “Feminizmin Yerelleşmesi” adlı konferansta, 20 Aralık 2020 tarihinde sunulmuştur. Feminizmin Yerelleşmesi konferansımızın diğer metinlerine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.