19 Aralık 2020
Almanya, 2011 yılında imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’ni ancak 2018 Şubat ayında yürürlüğe aldı. Ancak, sözleşmenin 59. maddesinin ikinci ve üçüncü paragrafının uygulanmasına çekince getirerek. Göç ve Sığınma Bölümü altında yer alan Madde 59, ikametgâh durumu iç hukuk tarafından tanınan eş veya birlikte yaşanan bireye bağlı olan ev içi şiddet mağdurlarına, evliliğin veya ilişkinin bozulması durumunda eşten bağımsız oturma izninin verilmesini ön görüyor. 59. maddenin birinci paragrafı, evliliğin veya ilişkinin süresini dikkate almaksızın eşten bağımsız oturma izninin verilmesi; ikinci paragrafı, şiddet mağdurun sınır dışı işlemlerini bağımsız oturma izni için başvurmalarına olanak sağlayacak şekilde durdurulması; üçüncü paragrafı, şiddet mağdurunun yasal süreci devam ediyorsa ya da bir kadın sığınma evinde kalıyorsa yenilenebilir oturma izni verilmesi; dördüncü ve son paragrafı da şiddet mağduru zorla evlilik sonucunda başka bir ülkeye götürülmesi durumunda oturma hakkını kaybederse, izinlerinin geri temin edilmesi için sözleşmenin taraf devletlerine yükümlülükler getiriyor.
Alman hükümeti, koyduğu çekinceleri, 59. Maddenin birinci paragrafının iç hukuk düzenlemesinin yeterli olmasıyla gerekçelendiriyor. Oysa sahadaki deneyimlerimiz, şiddet mağduru kadınların, göçmen ve mülteci kadın derneklerinin, sosyal hizmet danışmanlarının ve avukatların geri bildirimleri, iç hukuk sistemine göre kurulan Zor Koşullar Komisyonu’nun etkin çalışmadığını gösteriyor. Komisyon’un verdiği raporun Yabancılar Dairesi üzerinde herhangi bir yaptırımı olmadığı gibi, komisyon üyelerinin istedikleri belgeler eyaletler, şehirler ve komisyonlar bazında değişiyor. Kadınlar hem dil bariyeri hem de belirsizlik sebebiyle hakları olan başvuruyu yapmaktan çekiniyorlar ve ikinci kere mağdur oluyorlar. Bu mağduriyet sözleşmenin dördüncü maddesinde yer alan dil, din, ırk, oturum statüsü vb. fark etmeksizin herkese eşitlik sağlama ilkesiyle doğrudan çelişiyor. Bu çerçevede, bu sunum, Almanya’daki göçmen ve mülteci kadın derneklerinin çatı örgütü DaMigra’nın (Dachverband der Migrantinnen e.V.) İstanbul Sözleşmesi’ne koyulan çekinceleri kaldırmak ve eşten bağımsız oturum izni hakkı için yürüttüğü politik çalışmaları örneklerle anlatıyor. Bu bağlamda, dünyanın farklı coğrafyalarından gelen göçmen ve mülteci kadın derneklerinin, yaşam merkezleri Almanya’da, feminist mücadele pratiklerini ortaklaştırarak nasıl yerelleştirdiklerini inceliyor.
2014 yılında kurulan DaMigra, bugün 70’ten fazla üye derneği temsil ederek göçmen ve mülteci kadınların eşitlik taleplerini dile getiriyor ve bu yönde politik çalışmalar yürütüyor. Hem göçmen ve mülteci kadınlar için ve onlarla birlikte yürütülen taban çalışmasında kadınları Almanya’daki sosyal hayata katılımları konusunda güçlendiriyor hem de tespit edilen güncel sorunlara kalıcı çözümler içeren politik talepler için lobi çalışmaları yapıyor. Irkçı ve cinsiyetçi ayrımcılığa karşı mücadele eden DaMigra, İstanbul Sözleşmesi’nin Almanya’da uygulanmasını göç ve cinsiyet kesişim ekseninden tartışırken “İstanbul Sözleşmesi Koşulsuz Uygulansın” talebini ısrarla her yerde dile getiriyor.
İstanbul Sözleşmesi’ne göç ve cinsiyet kesişiminden baktığımız zaman birkaç maddenin özellikle öne çıktığını görüyoruz. Örneğin, Madde 11, veri toplama ve araştırma. Göçmen ve mülteci kadınlar, genelde, araştırmaların kısa bir bölümü olabiliyorlar. Ancak Madde 11 çerçevesinde, doğrudan, göçmen ve mülteci kadınların ihtiyaçlarına ve taleplerine dair devletin veri toplamasının gerekliliğinden bahsediyoruz. Ya da Madde 19, kadının anlayabildiği dilde bilgi alma hakkı. Bu, şüphesiz, kadının ilk dilinde ifade verebilme hakkını da içeriyor. Madde 23, barınaklar. 2015’ten beri, Almanya’da, ikamet yeri yasası (Wohnsitzauflage) yürürlükte. Bu yasaya göre, mülteciler başvuruları tamamlandıktan sonra belli bir şehre kaydediliyorlar ve üç yıl boyunca o şehirde yaşamak zorundalar. Bu, kanunen, mültecilerin hareket özgürlüğünün kısıtlanması demek. Eğer başka bir şehirde iş bulurlarsa, göçmen dairesine gidip iş sebebiyle oturum yerlerinin değiştirilmesini talep ediyorlar. Bu talebin yanıt bulması haftalarca ve hatta aylarca sürebiliyor. Bu bekleme sırasında işleri de kaçırabiliyorlar. İş bulamamaları, ekonomik özgürlüklerini sağlayamayarak devlet yardımına muhtaç yaşamalarına sebep oluyor. Bu yasa, şiddet mağduru mülteci kadınlar için durumu şöyle zorlaştırıyor: Eğer kayıtlı oldukları şehirdeki kadın sığınma evinde yer yoksa, başka bir şehirde yer bulup gidemiyorlar. Çünkü hareket özgürlükleri yok. Aile birleşimiyle gelen ve oturumunu eşi üzerinden alan göçmen kadınların kadın sığınma evlerine erişimi de sınırlı. Bazen sığınma evindeki masraflarını karşılayacak sosyal yardımları olmadığı için bazen de “şimdi peşinden ailesi gelir, başımıza iş almayalım” denilerek, ırkçı ön yargılarlar reddediyorlar. Ya da barınakta çevirmen olmuyor, kadın dil bariyerine takılıyor. Öte yandan, zaten, kadın sığınma evlerinde yer bulmak Almanya’da hâlâ başlı başına bir sorun. İstanbul Sözleşmesi’nin açıklayıcı raporunda ön görülen, her bölgede 10 bin kişi başına bir ailelik yaşam alanı şartı henüz Almanya’da sağlanabilmiş değil. Aile, yaşlılar, kadınlar ve gençlerden sorumlu Bakanlık, İstanbul Sözleşmesi kapsamında, yeni kadın sığınma evleri kurmak ya da var olanların kapasitesini genişletmek için fon ayırdığını duyurdu. Ancak sadece kapasiteyi arttırmak, göçmen ve mülteci kadınları, bu bahsedilen düzenlemeler değişmediği ya da personelin ırkçı davranışları cezalandırılmadığı sürece, korumuyor. Şiddetten kaçmak için yardım arayan göçmen ve mülteci kadınlar ve kız çocukları, vatandaşlık hakları olmadığı için ayrımcılığa uğruyor. Başka bir ifadeyle, Alman hukuk sistemi tarafından ikinci kere mağdur ediliyorlar.
İstanbul Sözleşmesi’nin göçmen ve mülteci kadınları doğrudan ilgilendiren diğer maddeleri zorla yapılan evlilikler, kadın genital sakatlama-kesme ve sözde ‘namus’ adına işlenen suçlar. Bu üç maddede özellikle öne çıkan, kadınların ve kız çocuklarının üzerinde kurulan duygusal baskı, yani failin uyguladığı psikolojik şiddet: Zorla yapılan evliliklerde ve sözde ‘namus’ adına işlenen suçlarda, ailenin namusu; kadın genital sakatlama-kesmede, sözde ‘kadın olma’ baskısı bunlara birer örnek. Psikolojik şiddet İstanbul Sözleşmesi’nin 33. Maddesi’nde açıkça suç olarak tanımlanmış olsa da Almanya’da henüz hukuki soruşturma altında görülmüyor. Yani kimse psikolojik şiddet sebebiyle dava açamıyor.
Sözleşmenin yedinci bölümü, göç ve iltica, İstanbul Sözleşmesi’nin göçmen ve mülteci kadınların oturum haklarını ele aldığı maddelerini içeriyor: Madde 61-geri gönderilmeme, Madde 60-toplumsal cinsiyete dayalı iltica talepleri ve Madde 59-oturma izni. Eşten bağımsız oturum hakkı mücadelesi kapsamında İstanbul Sözleşmesi Madde 59’u incelemek önemli. Madde 59’un en önemli noktası Almanya’nın İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlüğe alırken bu maddenin ikinci ve üçüncü paragraflarına koyduğu çekinceler. Bu çekinceler, ev içi şiddet mağduru kadının şikâyette bulunduğu takdirde korunma altına alınmasını engelliyor. Örneğin, Paragraf 2’de ön görülen, kadının eşten bağımsız oturum iznine başvurarak sınır dışı edilmesinin önüne geçilmesi. Ya da Paragraf 3’te belirtildiği üzere eğer şiddet mağduru kadın soruşturma için tanık olarak dinlenecekse ya da eğer bir kadın sığınma evinde kalıyorsa, sınır dışı edilemez. Almanya koyduğu çekincelere gerekçe olarak yabancılar yasasının 31. paragrafı uyarınca uygulamaya konulan Madde 59’un birinci paragrafını gösteriyor. Buna göre aile birleşmesiyle gelen göçmen kadın, üç yıllık evlilik süresi dolduktan sonra eşten bağımsız oturum iznine başvurabiliyor. Eğer kadın ev içi şiddet mağduruysa, eşten bağımsız oturum iznine başvurmak için bu sürenin dolmasına gerek yok. Ancak tabii ki kanunda yazanla sahada yaşanan birbiriyle örtüşmüyor. Örneğin, şiddet mağduru kadının, eşten bağımsız oturum izni alabilmek için önce Zor Koşullar Komisyonu’na gidip şiddeti belgelemesi gerekiyor. Göçmen kadın derneklerinin aktardığı deneyimlere göre komisyonun başvuruda istediği evraklar aynı eyalet içinde bile farklılıklar gösteriyor. Başvurunun büyük bir kısmı reddediliyor. Hâl böyle olunca şiddet mağduru kadın belirsizlikle uğraşmak yerine yasal sürenin dolması için sabretmeyi tercih ediyor. Bunu bilen fail, eşe bağımlı oturum hakkını şiddet aracı olarak kullanıyor. Boşanıp ülkeden göndermekle tehdit ediyor. Kadınlar şikâyette bulunmaktan çoğunlukla çekiniyorlar, çünkü çocuklarını kaybetmekten korkuyorlar. Bu koşullar altında, ev içi şiddet mağduru göçmen ve mülteci kadınlar, Alman hukuk sistemi tarafından yine ikinci kere mağdur ediliyor.
Peki, sahadaki pratik bize ne diyor? DaMigra, hazırladığı GREVIO raporunda tam da bunu anlatıyor. GREVIO—bilmeyenler için—İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasını kontrol eden uzman grubu. GREVIO belli aralıklarla ülkelere anket gönderiyor ve devletlerin İstanbul Sözleşmesi’ne uygun düzenlemelerine dair bilgi istiyor. Sivil toplum örgütleri de devlet raporlarına paralel gölge raporları hazırlıyorlar. GREVIO bütün bu raporları, ülkeye yaptığı ziyaretlerle birlikte değerlendirerek, bir ülke raporu yayınlıyor ve uygulamanın iyileştirilmesine yönelik önerilerde bulunuyor. Bir nevi, İstanbul Sözleşmesi’ne dair devletin karnesini çıkartıyor. DaMigra-GREVIO-Gölge Raporu, üç ana bölüme odaklanıyor: Birincisi, göç ve iltica; ikincisi, koruma ve destek başlığı altında kadın sığınma evleri ve sonuncusu da soruşturma ve kovuşturma. Raporda, ayrıca, yapısal hak ihlallerini örnekleyerek anlatabilmek için bir vakayı da derinlemesine inceledik. Aytan vakasını.
Aytan 2018’in başında aile birleşimiyle Almanya’ya geliyor. Kısa bir süre sonra şiddete maruz kalıyor ve evi terk ederek Azerbaycan’dan tanıdığı bir ailenin yanına sığınıyor. İlk evliliğinden bir oğlu var Aytan’ın ve Almanya’da ikinci okula gidiyor o sırada. Oğlunun öğretmeni sayesinde bir kadın sığınma evinde yer buluyor ve Siegen’a gidiyor. Köln’deki aile birleşimi başvurusu henüz tamamlanmadan, dosya Siegen’daki Göçmen Dairesi’ne gönderiliyor. Aytan bu sırada kocasından şikayetçi oluyor. Arada iş buluyor, ev buluyor ve eşten bağımsız oturum almak için başvuruyor. Göçmen Dairesi, Aytan artık kocasıyla aynı evde Köln’de yaşamadığı için aile birleşimi başvurusu reddedilerek, çalışma ve oturum izni iptal ediliyor. Aytan Zor Şartlar Komsiyonu’na gidiyor, yanıt alamıyor. Bölge Dilekçe Komitesi’ne başvuruyor. Oradan da yanıt alamıyor. Aytan Kasım 2019’da sınır dışı ediliyor.
Aytan’ın, hem şiddetten kaçmaya çalıştığını hem de devletin koruma mekanizmalarındaki açıkları kapatmakla mücadele ettiğini görüyoruz. Örneğin, Aytan evden ayrılıp doğrudan bir sığınma evine gidemiyor. Kaçışını kendi ayarlamak zorunda kalıyor. Aile birleşimi onaylanmadığı için oturma ve çalışma izni iptal edildi. Burada ilginç olan, Aytan’ın hem iş hem de ev bularak yaşam merkezinin Almanya olduğunu göstermiş olmasına rağmen başvurusunun reddedilmesi. Öte yandan, çalışma izni verilmeyerek eşten bağımsız oturum hakkının en temel noktası ekonomik bağımsızlığın Aytan’a sağlanmamış olması. Ayrıca Aytan sınır dışı edilince, kocasına açtığı dava, tanık olmaması gerekçesiyle soruşturma yapılmadan düştü. Böylelikle, Almanya’nın koyduğu çekince, faili korumuş oldu.
Aytan tekil bir vaka değil. Aytan, göçmen kadın derneklerinin raporladığı, ancak devlet istatistiklerine maruz kaldığı şiddet vakasıyla değil, sınır dışı edilmesiyle giren kadınlardan sadece biri. Göçmen ve mülteci kadınları sınıf ve cinsiyet bağlamında uğradıkları çoklu ayrımcılığa karşı korumak için BÜTÜN KADINLARI kapsayan bir feminist mücadeleye ihtiyacımız var.
–
Bu makalenin ilk taslağı “Almanya’da Göçmen Kadınların Eşten Bağımsız Oturum Hakkı Mücadelesi” başlığıyla, Havle Kadın Derneği’nin düzenlediği “Feminizmin Yerelleşmesi” adlı konferansta, 19 Aralık 2020 tarihinde sunulmuştur. Feminizmin Yerelleşmesi konferansımızın diğer metinlerine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.